DÜŞ(TÜ)...
Bir düştü gördüğüm. Şair içimden konuşuyordu: ‘Sana büyük caddelerin birinde rastlasam / Elimi uzatsam tutsam götürsem / Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak / Anlasan...’ Kırgın yüreğime bırakılan sağaltıcı bir kaç söz demetiydi. İkizini arayan ruhumun dışarıya saldığı bir nefesti. Çocuk yüzüme kapanan bir güne sinmiş bir düştü bu. Ve her düş gibi, zamanın kalbine boğazı sıkılarak gömüldü.
...
Sana büyük caddelerin birinde rastladım. Çağıran, çağırdığı yerde bulunmayan, bekleten, aramayandın... Akşam yürüyüşüne çıkmış gibiydin. Bir başkasıyla... Acı ve kırılganlık edinerek gelmiştim oraya... Sen ise bir şüphe bulutuyla... Ben senleyken, sen başkasıylaydın...
...
Dediğin yerdeydim...
Sen yoktun!...
Gelmiyordun, yine gelmiyordun!...
Bir savaşın içinden çıkarak ayrıldım oradan.
Büyük caddelerin birine vardım, karşıma çıktın.
Şairin dediği gibi...
Elimi uzatamadım ama, seni alıp götüremedim.
Oysa düş böyle değildi!
Gürültüye boğulmuş kentin kuytu bir köşesine sığınacaktık. Çocuk yüzlü sevinçler konacaktı yanımıza.
'Söz' bir rakkase gibi dolanacaktı dilimizde. Anlaşılmazlık duvarından taşlar düşürecek, karşıya geçecektik.
Işığını ve ışıltısını yitiren boş gözlerle baktım; çocuk yüzleri, 'söz'ü ve 'özr'ü göremeden...
Şair haklıydı: ‘gerçek değildiler birer umuttular / eski bir şarkı belki bir şiir’
Çocukça hissedişler sardı beni.
Yürüdün gittin.
...
Sana büyük caddelerin birinde rastladım.
Depremin içinde buldum kendimi.
'Anlasan' demiştim, şair gibi...
Anlamadın!
Çekip gittin!...
Düş düştü!.
İnledim:
‘Öldürecek misin?’ dedim.
‘Çocukluk yapma!' dedin.
Hayır, ben bir çocuğum!
...
Kimsesiz kaldığın günlerdi.
Karanlıktı.
Kentin merkezî meydanında, dev bir ekranın karşısında kilitlenmiş kalabalığın uzağında, denize ve gürültüye sırtımızı dönmüş, konuşuyorduk. Geceye düşen ışıklar arkamızdaki denizde büyülü bir oyun başlatıyordu. Biz ise içimizin sokaklarında yürüyorduk. Geçmiş zaman defterinden kendine dair sayfalar okurken, acılarını bir bir yolmak istiyordum.
Günler sonra, bir hikaye okumuştum sana. Tren istasyonundaki çay bahçesinde geçiyordu olay. Günün erken bir saatinde yazıcının çay bahçesinde bir şeyler yazmasına 'çocukluk' diyordu çay ocağındaki adam. Adamı sevmemiştin...
'Çocukluk yapma' dedin.
Ne çabuk büyüdün böyle!?
Evet, canı yanan çocuklar gibiyim.
Varlığımı çığırıyorum...
Üvey anneler gibi tokatlıyorsun.